Göbeklitepe Şanlıurfa il merkezinin kuzeydoğusunda, merkeze yaklaşık 20 km uzaklıkta, Germüş dağ sırasının en doğusunda yer alır. İlk kez arkeologlarca 1964 yılında kayda geçirilen tepe Atatürk Barajı kurtarma kazılarında yetişmiş Alman arkeolog Klaus Schmidt tarafından 1995’te kazılmaya başlanmıştır. Schmidt, yaptığı ilk yüzey araştırması esnasında tepe üzerinde çakmaktaşından yapılma sayısız yontma taş alet bulur. Çevredeki tepelerin üzerleri sert kaya iken Göbeklitepe’nin üzerinin yığma toprak olması Schmidt’in dikkatini çeker. Daha sonra köylülerin tarlalardan temizlediği taşlar arasında, daha sonra kendisinin de bulacağı T sütunlardan birinin baş kısmını bulur ve bu alanı kazmaya karar verir. 1995-1998 yılları arasında yapılan ilk kazılarla Klaus Schmidt ne kadar önemli bir alanı kazdığının farkına varır. Dünyanın bilinen en eski anıtsal mimari yapısını keşfetmiştir.
Yapılan radyo karbon analizleri Göbeklitepe’nin M.Ö. 9600 yıllarına tarihlendiğini göstermektedir. Yani Göbeklitepe en az 12.000 yaşındadır. Bu özelliği ile İngiltere’de bulunan Stonehenge’den 6000, Mısır Piramitleri’nden 7000 yıl daha yaşlıdır. Göbeklitepe inşa edildiğinde insanoğlu halen avcı toplayıcı idi. Göbeklitepe’de bulunan hayvan kemikleri üzerinde yapılan incelemelere göre köpek haricinde evcilleştirilmiş herhangi bir hayvan izine rastlanamadı. Göbeklitepe yapılırken kullanılan en teknolojik alet ağırlıkları yaklaşık 7 tona ulaşabilen kireçtaşı sütunları yontmada kullandıkları çok daha sert çakmaktaşı yontu aletlerdi. Henüz insanoğlu madenleri kullanmayı bilmiyordu. Bu sütunları bir yerden başka bir yere nakledebilecek çeki hayvanları da henüz evcilleştirilmemişti.
Klaus Schmidt, bu yapının bir tür tapınak olduğunu iddia eder. Bölgede yaşayan yarı avcı-toplayıcı grupların yılın belli dönemlerinde burada bir araya geldikleri, ayinler yaptıklarını, adaklar adadıklarını ve çeşitli ritüeller gerçekleştirdiklerini söyler. Bundan 12.000 yıl önce bölgede iklimin daha uygun, bölgenin ise daha sulak olduğu düşünülmektedir.
Şu ana kadar yapılan kazılarda elips şeklinde inşa edilmiş yapılar ortaya çıkarılmıştır. Fakat tepe üzerinde yeraltı görüntüleme teknolojisi ile yapılan araştırmalar toprak altında 20 kadar daha bu yapılardan olduğunu göstermiştir. Bu elips yapıların etrafı 12 adet T biçimli sütunla çevrilidir ve üzerlerinde birçok yabani hayvanın kabartması mevcuttur. Ortada ise daha büyük iki sütun bulunur. Bu iki sütun şekil olarak insan özellikleri gösterirler. Görünüşleri ellerini göbekleri üzerinde birleştirmiş iki insanı andırmaktadır. Klaus Schmidt bu iki sütunun kadın ve erkeği temsil ettiğini söyler. T sütunların üzerinde mükemmel bir sanatçılıkla işlenmiş tilki, yaban domuzu, ceylan, aslan, leopar, örümcek (6 bacaklı, normalde örümcekler 8 bacaklıdırlar), toy, turna, akbaba, ördek, yaban eşeği, yabani sığır, yılan, kırkayak, yaban keçisi / koyunu, H biçimli işaretler, insan el ve kolları, yatay ve dikey durumda yarımay kabartmalar mevcuttur. Göbeklitepe’deki bütün bu semboller bilinmeyen bir resim yazı dilinin repertuarı ve içeriğine sahip gibidir.
Göbeklitepe’ni keşfi ile uygarlık teorileri yeniden gözden geçirilmeye başlandı. Arkeologlar öncesinde avcı toplayıcıların inançlarının olmadığını, dinin yerleşik hayata geçilmesiyle ve sınıfsal örgütlenmelerle birlikte insanlara hükmetmek amacıyla ortaya çıktığını iddia ediyorlardı. Oysa Göbeklitepe’nin keşfi bu iddiayı büyük ölçüde çürüttü. Çünkü insanlar önce inanmışlar, inançları uğruna örgütlenmişler, Göbeklitepe gibi çok sofistike bir inanç merkezi inşa etmişlerdi. Bunu yaparken de halen avcı toplayıcı idiler. Buna rağmen kullandıkları teknoloji ve örgütlenme biçimi sanılandan çok daha gelişmiş idi. Her biri 7 ton ağırlığındaki sayısız T sütunu 500 metre ötedeki taş ocağından kesip, taşıyıp, işleyip, dikmek büyük bir örgütlenme yeteneği gerektiriyordu.
Göbeklitepe yaklaşık 1000 yıl kadar kullanıldıktan sonra üzeri toprakla örtülmüş. 12.000 yıl sonra bize bu kadar korunmuş bir şekilde ulaşmasını da bu toprak örtüye borçluyuz. Aksi takdirde Göbeklitepe’nin doğal koşullar ve insan tahribi nedeniyle bugüne ulaşması imkansızdı. Henüz üzerinin doğal sebeplerle mi yoksa insanlar tarafından bilinçli olarak mı kapatıldığı bilinmiyor ve bu gizem hala Göbeklitepe’nin en büyük sırlarından biri olarak duruyor.
Göbeklitepe sadece arkeolojik bir alan değil, aynı zamanda mistik bir yer. Şanlıurfa Ovası’na hâkim bu tepedeki dut ağacının dibine oturduğunuzda insana, uygarlığa, uygarlığın ve inancın tarihine dair kendi kendinize soracak sayısız soru mevcut. Şu an geçici listede olan Göbeklitepe’nin 2018’de UNESCO Kültür Mirası Listesi’ne girmesi bekleniyor. Böylelikle Türkiye dünyanın en eski iki UNESCO Kültür Miras Alanı’na sahip (Göbeklitepe- M.Ö. 9600 ve Çatalhöyük- M.Ö. 7400) tek ülkesi olacaktır.
Göbeklitepe’ye ulaşım sadece özel araçla mümkündür. Fakat toplama merkezinden Mardin Yolu üzerinde bulunan Göbeklitepe kavşağına kadar 90 numaralı otobüsle ulaşılabilir. Göbeklitepe’de ziyaretçi merkezi, kafe-restoran, hediyelik eşya dükkânı, otopark ve tuvaletler mevcuttur. Ören yerine giriş ücretlidir. Ören yeri yazın 08:00 – 19:00, kışın 09:00 – 17:00 saatleri arasında haftanın her günü ziyarete açıktır